GüncelManşet

Bhopal halkı uyan, bir volkanın kenarındasın!

Eylül 1982’de, Bhopalli gazeteci Raj Keswani, Jansatta günlük gazetesi için, bir dizi makalenin ilki olarak bir yazı yazdı: “BhopalYok Olmak Üzere”! Tüyler ürperten bir keskinlikle şunu söylüyordu gazeteci: “Hepimizin ölmesi sadece bir saat sürecek,en fazla bir buçuk saat.” Ancak gazetecinin verdiği bu bilgi ve yaptığı haberler, söz konusu gazete ve gazeteciye baskı oluşturmaktan başka bir işe yaramaz ve Bhopal, 2 Aralık’ı 3 Aralık’a bağlayan gece 1984’te tarihin en korkunç ve etkileri hala süren bir insan ve çevre katliamına sahne olur.

Hindistan’ın orta kesimindeki Madhya Pradesh eyaletinin merkezi olan Bhopal kenti, çadırlarda ve açlıkla, yoksullukla yaşamlarınısürdüren Hindistan halkının yaşamalanlarından biridir. Ve buranın tek“ekmek kapısı” emperyalist ABD’nin sermayedarlığınıyaptığı Union Carbide isimlizirai ilaç üreten fabrikadır. Bu şirket kendiülkesinde değil kullanımı, elde küçük şişelerdetutulması bile yasaklı olan zehirli gazlarıbuhar lokomotifi boyutundaki büyükdepolarda tutmaktadır. 1. Emperyalist PaylaşımSavaşı’ndan kalma gaz, hidrojen siyanitten500 kat daha ölümcül olan ve saf koşullardave 0 C°’de tutulmaması halinde,patlama ihtimali bile olan MIC (metil izosiyanat)üretiminde kullanılıyordu. AncakUnion Carbide şirketi reklamlarındaki parlakbilim yuvası görüntüsünün oldukça uzağındabir tesisat olarak Bhopal topraklarınakurulmuştu ve her türlü güvenlikten uzakbir şekilde işletiliyordu.

1970’li yıllarda Hindistan’ın “yeşil devrimi” için böcek ilaçları yapmak üzere büyük kâr hesaplarıyla inşa edilen fabrika, muson yağmurlarının dengesizliği ve ardından hasatta yaşanan sıkıntılar nedeniyle umduğu kârı elde edemedi. Union Carbide patronları tesisi Endonezya veya Brezilya’ya nakletmeyi ümit ettiler ancak hiç alıcı bulamadıkları için bu hayalleri de suya düştü ve “çareyi” Bhopal’deki bu fabrikada “bir maliyet kesintisi çılgınlığı” yapmakta buldular.

1980 ile 1984 arasında işten çıkarmalarla işçi sayısı yarıya indirildi. MIC birimi personeli (ki bu personelin varlık sebebi zehrin dengesini kontrol etmekti) 12’den 6’ya düşürüldü, bakım personeli 6’dan 2’ye indirildi. Kontrol odasında tek bir operatör; tümü de eski ve arızalı olan 70 ayrı paneli, göstergeyi ve kontrolü izlemek zorunda bırakıldı. Güvenlik eğitimi 6 aydan 2 haftaya düşürüldü, hatta sadece uyarı yazılarına indirgendi. Ama burada da bir sorun vardı ki; uyarı yazıları İngilizce olduğundan Hintçe bile okuma-yazma bilmeyen yoksul işçiler bu yazılarda ne yazdığını, ne konuda “uyarıldıklarını” bile anlayamıyorlardı. Tek istekleri “ekmek tekneleri” olan fabrikanın kapanmamasıydı. Çünkü yüz milyonlarca nüfusu olan Hindistan’daki yoksulluk ölümleri had safhaya çıkarmış, işsizlik ölümden beter bile şekilde kol gezer durumdayken; bu fabrikadan çıkarılmaları demek tüm ailelerinin aç kalması ve bir daha o evlere ne zaman ekmek gireceğinin bilinmemesi anlamına gelmekteydi.

Bu yoksulluğun yaratıcısı olan emperyalist şirketler, bunun bilinciyle bir taraftan işçiler üzerindeki sömürüsünü derinleştirirken, bir taraftan da Keswani gibi “küçük sivrisineklerin verdiği rahatsızlığa” karşı taktikler geliştirmeye çalışıyorlardı. 1984’te artık rutin olarak meydana gelen kazaların, küçük sızıntıların ne denli çok olduğunun üzerini örten şirket, alarm sirenini bile kapattı.

Aynı anda ABD’de bir Union Carbide patronu “Hindistan’ın kötü koşullarına rağmen1,25 milyon dolar tasarrufla” övünüyordu ancak “bu tasarrufun gelecekte sürdürülmesininzor” olduğunu söylüyordu. Bunun için de devasa MIC (yani siyanüre benzer zehirli bir sıvı olan asetonitril) tankını hatırladılar. Günde 37 dolar tasarruf edebilmek için sürekli 0 C°’de tutulması gereken tankerlerin soğutmasını kapattılar.

Bölge halkı buna karşı harekete geçti. Durum kötüleştikçe, kendi hayatlarından endişe eden işçilerle, çevrede yaşayanlar korkunç tehlikeye ilişkin uyarı afişleri yapıştırdılar. eswani, Bhopal “Hitler’in gaz odasına dönmeden önce” fabrikayı incelemeleri için, dönemin başbakanı Madhya Pradesh’ten başlayarak herkese yazdı. Son makalesi “Yok olmak üzereyiz” gaz faciasından sadece haftalar öncesinde yayınlandı.

Ve o gece… 2 Aralık’ı 3 Aralık’a bağlayan 1984 gecesi, fabrikanın sireni suskundu. Union Carbide fabrikasında yüksek bir yapının bacasından ince bir beyaz buhar dumanı çıkmaya başladı. Rüzgarla birlikte sise dönüştü ve zeminden yükselen dumanla karıştı. Yoğun bir sis oluştu. Rüzgarla sürüklenerek ilerledi ve yolun diğer tarafındaki ara sokaklara girdi. Uyananlar öksürmeye, gözleri ve ağızları yanmaya başladı. İlk olarak ne olduğu anlaşılamadı. Ancak gaz, insanların iç organlarını parçalamaya başladığında (yani çok kısa bir süre sonra) on binlerce insan büyük bir panik içerisinde birkaç kilometre ötedeki hastaneye koşturdular. Ancak binlerce insan hastaneye varmadan, binlercesi hastane bahçesinde ve yüzlercesi bu kargaşada ayaklar altında kalarak yaşamını yitirdi. Zaten yetersiz olan hastane personeli, bu felaketin karşısında iyice yetersiz kaldı. Ve Union Carbide’nin “ticari sır” diyerek içeriğini gizlediği zehre karşı ne yapacağını bilmez bir durumda elleri kolları bağlı kaldılar.

Sabah gün aydınlandığında ise ortalıkta tam bir kıyamet görüntüsü vardı. On binlerce ceset evlerde, sokaklarda, dere suyu üzerinde ve hastane bahçesinde sıralanmıştı. Yalnızca o gece 10 binin üzerinde insan yaşamını yitirmiş, yüz binlerce kişi ise hayatları boyunca kalıcı olacak şekilde sakat kalmıştı. Daha sonraki günlerde ölü sayısı 20 binin üzerine çıktı!

Peki bu katliamın sorumluları için ne yapıldı? “İleri demokrasisi” ile övünen TC devletinde Zonguldak, Soma, Ermenek, Torunlar, Esenyurt gibi işçi katliamlarında dava süreçleri nasıl “adalet komedyası”na dönüştürüldüyse, Çernobil katliamının ya da kuş gribinin ardından utanmaz devlet temsilcileri Karadeniz’e giderek çay içerek katliamın aslında ülkeyi etkilemediğini iddia ettiyse, kameralar karşısında tavuk yediyse benzer bir aymazlık, katil emperyalist ve kapitalist sistemin avukatlığını üstlenme Hindistan için de geçerliydi.

Sorumluluğu, daha önce işbirlikçileri olan yerel yöneticilerin üzerine atan Union Carbide şirketi bir kez özür bile dilemedi. Dava, katliamdan tam 26 yıl sonra yani 2010’da sonuçlandı. Burada da 2-3 fabrika amiri, yine 2-3 yıl hapis cezası alarak kurtuldu! Ha tabii özür bile dilemeyen Union Carbide şirketinin katliamdan kurtulanlara vaat ettiği tazminatı unutmayalım! Kişi başı 300 pound olan bu tazminat o günden bu yana geçen 31 yıl göz önüne alındığında günde 1 çay içmeye bile yeterli gelmiyor!

Hindistan devleti ne yaptı peki? Şirketin suçunu örtbas ederek emperyalist şirketlerin ülkeden kaçmasına engel olmaya çalışmaktan zaman bulamamış (!) olacak. Yıllar içinde hayatta kalabilenler çok az tıbbi yardım alabildi. Birçoğu çok yoksul olduğundan sıkça kötü muameleye maruz kaldılar. Hükümet doktorları onlara dokunmayı reddetti. Teoride ücretsiz tedavi hakları vardı ancak ihtiyaç duymadıkları pahalı hatta kimi durumlarda onlara zarar veren ilaçlar reçete edildi. 1994’te Hindistan hükümeti, gaz sızıntısını arkada bırakma isteğiyle, tam da yeni kanser, diyabet, göz bozukluğu ve sakat bırakan bozukluklar görülmeye başlamışken, gazın etkilerini inceleyen tüm araştırma çalışmalarını kapattı.

Ancak tüm bunlara karşı halk da kendi sınırlı imkanlarıyla yaralarını sarmaya çalıştı. Yardım kampanyaları ile 1994’te kendi kliniklerini açtılar. Hala çalışan bu klinik kronik olarak bu katliamın etkisini üzerinde taşıyan on binlerce insanın bakımını sınırlı bir şekilde gerçekleştirmeye çalışıyor. Çünkü katliamdan sonra fabrika kapatıldı ama binlerce tonluk böcek zehri ve atık içeride kaldı. Union Carbide temizleme kaygısı duymadığı bu zehir hala Bhopal’in havasını, suyunu ve toprağını zehirlemeye devam ediyor.

 

bhopal2Katliamı anlatan bir film: “Bhopal: A prayer of rain”

Bu katliam hala Hindistan ve özelde de Bhaopal halkının yüreklerinde bir öfke patlaması olarak yerini korurken buna dair kitaplar, makaleler hazırlandı. Emperyalist ABD ve Hindistan hükümetine olan nefret sokaklara döküldü ve her yıl 3 Aralık günü mitingler düzenlendi. Bu katliamın hala canlı olduğuna dikkat çekmeye çalışan genç bir Hindistanlı yönetmen Ravi Kumar, katliamın 30. yıldönümüne özel bir film çekti.

Bhopal: A prayer of rain” (Bhopal: Yağmur için dua) isimli film, Bhopalli bir çekçek işçisinin işçi cinayetinde ölen bir işçinin yerine fabrikada işe alınmasıyla başlıyor. Bhopal’deki yoksulluğu, fabrikadaki amirlerin, yerel yöneticilerin ve ABD’li patronların insan hayatı karşısındaki umursamazlığını oldukça çarpıcı bir şekilde ele alan film izlenmesi gereken bir başyapıt!

Filmde zenginlerin “pis komünist” diye azarladığı ve yerel yöneticilerin gazetesini kapatmakla tehdit ettiği gazeteci Keswani’nin gerçekleri açığa çıkarma çabası fabrikadaki amirler tarafından işçilere “fabrikayı kapatma çabası” olarak propaganda edilir ve Keswani buna karşı da mücadele etmek zorunda kalır. Gazeteciliğin önemini bir kez daha gösteren bu sahneler içerisinde en etkileyicisi; gazın binlerce insanı etkilediği sırada çocuğunu kurtarmaya çalışan eski çekçek işçisi, yerine işe başladığı ölen işçinin hayalini görmesi ve ölen işçinin çekçek işçisine söylediği sözlerdir: “Sen aslında benim yerime işe başladığında ölmüştün!”

 

* Katliama ilişkin kitabı ile Booker ödülüne aday gösterilen Indra Sinha’nın makalesinden faydalanılmıştır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu