EkolojiGüncel

HALKIN GÜNDEMİ | Su Krizine Kısa Bir Bakış…

"Kapitalist üretim ilişkileri ters yüz edilmeden, bu yağma ve talan basit yaptırımlarla ve burjuva liberal STK’ların gölgesinde asla sona eremeyecektir. Kapitalizm dünyanın sonunu getirmeden, biz kapitalizmin sonunu getirelim. Gezegenimizi ve üzerinde yaşayan canlılığı kurtaralım"

Geçtiğimiz 22 Mart, Dünya Su Günü’ydü. Öncelikle günün anlam ve önemine gelmeden, bugünün Birleşmiş Milletler ve tüm endüstri lobileri/çevreleri tarafından içinin nasıl boşaltıldığına değinmeliyiz.

İçme suyuna olan erişim dünyada iki milyardan fazla insan için bir problemdir. Medyada ve uluslararası sivil toplum kuruluşları raporlarında kırmızı alarmla duyurulan, sadece içme suyu krizi değil, topyekün bir iklim krizi, aslında kapitalist üretim ilişkilerinin bir sonucudur. Suçlu burjuvaziden başkası değildir. Ve yine aynı sınıf, medyayı ve uluslararası STK’ların raporlarını manipüle ediyor ya da çarpıtıyor. Bu denklemi “insanlık” diye bir kavram yaratıp, yükü milyarlarca insana yüklemek bütün bu meselenin içini boşaltmaktır. “İnsan, bu gezegenin virüsüdür” gibi akıl almaz apolitik argümanlar havalarda uçuşmaktadır.

Gezegeni bu hale getiren insanlık değil, burjuvazidir. Hem insanlık denen şey nedir ki? “İnsanlık” binlerce yıldır bu gezegende yaşayıp dururken, hep beraber gezegenin canına okumaya yemin edenler kimlerdir? Bu argüman basbayağı bir kapitalist yalandır. Küresel ısınma, çölleşme, susuzlaşma gibi krizler ne şaşırtıcı ki kapitalist endüstrinin gelişmesiyle paralel ortaya çıkmıştır. Son yüzyılın ekoloji grafiklerindeki olumsuz artışlar tabloları yıkıp geçmektedir.

Bunun sonuçlarıyla ilk yüzleşenler ise en başta sömürge ülkelerin halklarıdır. Emperyalizmle birlikte ortaya çıkan küresel sermaye deyim yerindeyse sömürge ülkelerin toprağındaki suyu bile emmektedir. Tröstlerin egemenliğinde ilerleyen içme suyu ve gıda endüstrisi/pazarı elini attığı yeri kurutmaktadır. Ve unutulmamalı ki yine bu çevreler, insan haklarının neyi kapsayıp kapsamadığına da karar vermektedirler.

Öyle ki 2000 yılında Hollanda’daki Dünya Su Forumu’nda başta Nestlé olmak üzere dünyadaki su kaynaklarını domine etme hedefinde birçok endüstri grubu suya erişimin bir insan hakkı olmasına karşı çalışmalar yürüttü ve başarılı bir şekilde suya erişimi basit bir ihtiyaç kategorisine indirtti.

Örneğin, Pakistan dünyada su gerilimini en çok yaşayan ülkelerden birisi. 2025 yılında akut su krizi riskiyle karşı karşıya. Pakistan’da su piyasasını domine eden üç firma var; Nestlé, PepsiCo ve Coca Cola. Nestlé’nin, İsviçreli holding (tröst), dünyanın çeşitli yerlerinde yaklaşık seksen adet şişe su markası var.

Dünyadaki içme sularını yağmalayanların başını çekmektedir. Pakistan’ın sularını emen, şişeleyip başta Kuzey Amerika’da ve Avrupa’da satan işte bu tür firmalardır. Aynı şekilde emperyalizmin merkezi ABD’de, California’da dahi Strawberry deresini sifonlayıp, şişeleyip satanlar aynı sermaye gruplarıdır. California’da yaşanan kuraklık ve çalı yangınları dalgasının da sorumlularıdır. Suyun miktarına, ekosisteme ya da yerli insanların hayatına olan etkilerine bakılmaksızın kör bir kar hırsıyla doğa talan edilmektedir.

 

Kapitalist yağma düzeni

Yarın yokmuşçasına hem bizim hem gezegenin suyunu çıkaran işte bunlardır. Devletler, hükümetler üstü olan bu firmalar, dünyadaki tüm piyasayı ve dolayısıyla hükümetleri domine etmektedirler. Bu tröstler yalnızca su şişeleyip satmıyorlar, aynı zamanda gıda endüstrisine de hakimler. Piyasada, marketlerdeki raflarda sıralanan ürünler, bir illüzyonun parçasıdır. Eni sonu küresel gıda ve su endüstrisi on dev firmanın egemenliğindedir. Gelinen bu noktada yaşadığımız gezegen ve ekosistemi çok kırılgan bir döneme girmiş bulunmaktadır. Öyle ya da böyle gelecek yıllarda özellikle sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde iklim krizi bütün yakıcılığını gösterecektir.

Hatta göstermeye de başlamıştır. Dünyanın çeşitli bölgelerinde bu kapitalist yağmanın yanı sıra, siyasi ve askeri çatışmaların neticesinde de insani krizler baş göstermiştir. Örneğin, Etiyopya’nın Tigray bölgesinde gıda ve su erişimi bir çıkmaza girmiştir. Bunun sebebi Etiyopya devleti tarafından bölgeye (Tigray Halk Kurtuluş Ordusu’na) uygulanan ablukadır. Susuzluk gıdasızlığı, gıdasızlık ise kitleleri ölüme sürükleyecek açlığı tetiklemektedir. Bunun bir benzeri ise yıllardır Yemen’de yaşanmaktadır. Yemen’deki iç savaş ve abluka sonucu yüzbinlerce çocuk geri döndürülemez sağlık sorunlarına, açlığa ve ölüme mahkum edilmiştir.

Akarsuların ayrıca enerji potansiyeli de vardır. Hidroelektrik santraller doğa talanının simgelerinden birisi haline gelmiştir. Türkiye gibi ülkelerde, yaptım olduculukla her yere yerleştirilen HES’ler bölgenin su hareketini kökten değiştirmiştir. Dereler akmaz olmuş, köylüler ve bölge insanları devlet güçleriyle karşı karşıya getirilmiştir. Keza geçtiğimiz dönemde Kazdağları’nda yaşanan altın madeni ve siyanür kullanımı içilebilir suyun zehirlenmesi riskini ortaya çıkartmıştır.

Bu süreç sadece Türkiye’de işlememektedir. Bu talan, sermayenin neoliberal atılımlarıyla Meksika, Peru, Bolivya, Hindistan, Pakistan gibi ülkelerde yerel halkın yaşam alanlarını kurutmuştur. Geride ne kalacağını düşünmeksizin, bütün bir canlılığın kanını emen asalak düzeni; işte kapitalizm.

Günümüzde sömürge ya da yarı-sömürge ülkelerde politikacılar genellikle insan hakları ve insanların güvenliğinden çok piyasa etkinliği, ekonomik büyüme oranları, finansal sermayenin üretkenliği ve zenginlerin güvenliği ile ilgilenmektedir.

Özellikle Afrika ülkelerinde, ilerleme yalnızca ekonomik büyüme ile özdeşleştirilir, bu da kamu kurumlarının temsili yönlerinin kademeli olarak kaybolmasına ve kamu kurumları ile vatandaşlar arasında artan bir uçuruma yol açar; dahası tüketiciler, müşteriler ve tasarruf sahipleri olarak kabul edilir, hepsi sadece borsalara fayda sağlamayı amaçlar. Yani susayan bir insan, su almaya aday bir müşteridir. Suyun özelleştirilmesi, özellikle kolonizasyon sonrası Afrika’ya vurulan bir başka emperyalist neşterdir.

Şişelenmiş su endüstrisi kadar, suyun kontrolü de yine bu bakımdan siyasi anlamlar taşımaktadır. Egemen sınıf, yani burjuvazi için, suyun kontrolü bir silah gibi kullanılmaktadır. Köşeye sıkıştığında ya da yaptırım gücünü yükseltmek istediğinde kullandığı bir silah. Türkiye’de Fırat nehrinin üzerindeki barajların kontrolü, önceleri Suriye’ye, şimdi Rojava’ya karşı bir silah olarak kullanılmıştır. Aynı şekilde bir başka kadim nehir olan İndus nehri, Hindistan ve Pakistan arasındaki çekişmenin bir simgesi haline dönüşmüştür. Özellikle yarı-sömürge ülkelerin komprador burjuvazileri suyun başını tutmada, tam da bekleneceği gibi, hiçbir insani kaygı gütmemektedirler.

 

Ekolojik kurtuluş devrimle mümkündür!

Kuruyup giden dereleri, gölleri ya da sulak alanları düşündüğümüzde içimizi bir karamsarlık kaplamaktadır. Kapitalistlerin ekoloji tartışmaları tüm küresel ekoloji hareketine yön veriyor. Ekolojik kurtuluş bağlamında yapılan hamleler basitçe birkaç yasal yaptırımdan, kitlelere yüklenen ahlaki ve ekonomik uygulamadan öteye gidemiyor/gitmiyor.

Elbette her birimizin doğal su kaynaklarımızı kullanırken tasarruflu olması gerekir, buna şüphe yok ancak tekrar söylemekte fayda var, koskocaman arazileri kurutan, sulara siyanür karıştıran, hektarlarca ormanı dümdüz eden şey “insanlık” değil, dünya halkları değil, burjuvazinin ta kendisidir. Doğru, geri döndürülemez noktalara ulaşmış durumlar da yok değil. Çölleşen araziler, kuruyan dereler ve göller ortadadır.

İnsanı insan haline getiren şey insan türünün doğayla mücadelesidir. Yalnız bu mücadele doğayı dümdüz edip, yok etmek demek değildir. Karşılıklı bir doğurganlık ve üretkenliği özünde taşımalıdır. İnsan merkezci doğa algısı, aslında yine kapitalist bir bakış açısıdır. Özünde kar hırsını taşımaktadır. İşte, Dünya Su Günü bağlamında ekolojik mücadeleden anladığımız muhakkak devrimci bir ekoloji anlayışı olmalıdır. Ekolojik kurtuluş mümkündür ve görünen o ki bu tartışmalar gelecek yıllarda daha da can alıcı noktalara taşınacaktır.

Tüm bu kapitalist üretim ilişkileri ters yüz edilmeden, bu yağma ve talan basit yaptırımlarla ve burjuva liberal STK’ların gölgesinde asla sona eremeyecektir. Kapitalizm dünyanın sonunu getirmeden, biz kapitalizmin sonunu getirelim. Gezegenimizi ve üzerinde yaşayan canlılığı kurtaralım.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu