GüncelMakaleler

GÜNCEL | Zamanın En Görünmez ve Duyulmazları; Mülteciler…

"Avrupa’da mültecilere yönelik hiçleştirme politikaları eskisine göre daha yoğun ve açık bir şekilde sürüyor. En temel insan haklarının dahi tanınmadığı koşullar normalleştiriliyor, uluslararası anlaşmalar sümen altı ediliyor ve iltica etmek zorlaştırılıyor"

Uluslararası kamuoyunda mülteci sorununa dair birçok yazı, veri ve açıklama yayımlandı, yayımlanmaya da devam ediyor.

Bunun yanı sıra kendilerine dönük saldırılar ya da kaza sonucu yaşamlarını yitiren mültecilerin haberleri de her gün basında karşımıza çıkmaya devam ediyor. Kimisi –en son Antalya’da Suriyeli kağıt toplayıcısı bir mültecinin öldüresiye dövülerek motosikletinin parçalanması örneğinde olduğu gibi– hızlıca gündem olup hızlıca unutulurken kimisi de sınır ülkeler arasındaki polemiklerde koz olarak kullanılıyor. Bu ülkelerin başında Türkiye ile Yunanistan geliyor.

Her iki ülkenin de uluslararası anlaşmalara uymaması, geri itimler, faşist saldırılar, gözaltılar vb. sonucunda sınırda tanık olunan insanlık dışı uygulamalar basına sıkça yansıyor. Savaş ve yoksulluktan kaçmak zorunda kalan mülteciler, halen denizleri akın akın aşmaya çalışırken ilgili devletler ise uluslararası anlaşmaları uygulamadıkları gibi insan hakları ve mültecilerle ilgilenen kurumların çalışmalarını da engelliyorlar. Üstüne üstlük, özellikle pandemi sürecinde “salgınla mücadele” adı altında toplumu “denetim altına” almayı amaçlayan adımlarla mültecilerin yaşamını çekilmez hale getiriyor; daha sert yasaları yürürlüğe sokuyor ve hem kamp koşullarını hem de iltica süreçlerini zorlaştırıyorlar.

Pandemiden en çok etkilenenler de mülteciler oldu

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (UNHCR) araştırmalarına göre 2019 yılının sonunda resmi olarak toplam 79.5 milyon kişi zorunlu olarak göç etmek zorunda kalmış. UNHCR, kuruluş tarihinden beri mülteci sayısının hiç bu kadar yüksek olmadığını belirtiyor. UNHCR’ın açıklamalarına göre göç edenlerin % 40’ı çocuklardan oluşurken çok büyük bir çoğunluğu da Suriye’den geliyor. Bu veriler yeni değil, ancak unutulmaması gereken korkunç rakamlar.

Pandemi süreciyle birlikte ise mülteciler için yaşamın daha da çekilmez hale geldiğini söylemek abartı olmayacaktır. “Salgınla mücadele” adına sınırlar kapatıldı, sınırları kendi çabaları ile geçebilen insanlar aylarca kamp benzeri alanlarda hapsedildi, kamplarda kalanların kamp alanı dışına çıkması yasaklandı ve aslında böylece tıka basa dolu olan kamplar virüsün yayılmasına en uygun yerler haline geldi.

Kamp sürecini atlatmış mülteciler açısından bu süreç yalnızca sağlık açısından değil, sosyal ve ekonomik olarak da yıpratıcı sonuçlar doğurdu. Pandemiden en çok etkilenenler yoksul kesimken, bunlar arasında en fazla zarar görenler ise mülteciler oldu. Çalışabilenler işten atıldı, kalacak yeri olanlar evlerinden çıkarıldı, eğitim alan çocukların ise eğitim süreçleri durduruldu.

Mayıs 2019 tarihinde pandemi gerekçesiyle onlarca ülke, mültecilere sınırlarını tamamen kapattı. Bir insan hakkı olan iltica başvuru hakkı, tamamen ortadan kaldırıldı. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 25. maddesinde geçen “Herkesin kendisinin ve ailesinin sağlık ve refahı için beslenme, giyim, konut ve tıbbi bakım hakkı vardır” belirlemesi yerel halkların tamamı için bile uygulanmazken pandemi sürecinde mültecileri hiçbir şekilde kapsamadığı ortaya çıktı.

Özellikle kadın, çocuk ve yaşlılar süreçten en çok etkilenenler oldu. Kağıt üzerinde hakları olan ancak pratikte hiçbir güvencesi olmayan, “görünmeyenlerin görünmeyeni” mülteci kadınlar ve çocuklar daha fazla şiddete maruz kaldılar.

Örneğin Yunanistan’da en fazla binlerin kalabileceği alanlarda, on binlerce mültecinin yaşam mücadelesi verdiği kamplarda vahşet hala gündemdeki yerini koruyor. Avrupa Birliği devletleri aylardır Moria Kampı’nda kalan çocukları, ülkelerine alıp almamayı tartışıyorlar. Bir yanda bu tartışma sürerken, diğer yanda ise Avrupa’da mülteci trafiğini tamamen durdurma hedefiyle Türkiye ile yeni anlaşmalar yapmak için görüşmeler sürdürülüyor.

Avrupa Meclisi üyeleri yaptıkları toplantıda Türkiye ile 2016 yılında yapılan beş yıllık sözleşmeyi yenilemek istediklerini ve bunun için yine milyarlarca Euro bütçe sağlayabileceklerini ifade ettiler.

Mülteci kampları bir çeşit hapishanedir!

Avrupa Birliği’nin insan haklarına dair hiçbir önceliği, gündemi ve hedefi olmadığı elbette biliniyor. Ancak bu gerçekliğin bu denli teşhir olması ve imajının bozulmasından dahi rahatsızlık duymadan kirli anlaşmalarını sürdürebilmeleri mülteci sorununa dair mevcut tepkinin yetersizliği hakkında bir şeyler ifade ediyor.

Avrupa Birliği devletleri, yalnızca uluslararası anlaşmalarla değil aynı zamanda kendi yasaları ve uygulamalarıyla da mültecilere hayatı daha fazla zehir etmenin adımlarını atmaktan çekinmiyor. Mültecilerin kaldıkları kampları “hapishane” olarak adlandırdığı Avrupa ülkelerinde kamuoyuna yansımayan veya oldukça yetersiz yansıyan faşizan olarak değerlendirilebilecek uygulamalar söz konusu. Örneğin 2020 yılında Hollanda’da “Time-Out” (Ara Vermek) adında yeni bir cezalandırma yöntemi uygulanmaya başlandı.

“Rahatsızlık veren” veya polislik duruma düşen bir mülteci, time-out cezası aldığında kamp yetkilileri tarafından belirlenen süre içinde “yaşama parası” denilen mülteci ödeneğini alamıyor, yemek yapması yasaklanıyor ve “özel hücre” benzeri alanlara gönderiliyor. Resmi açıklamalarda bu cezanın sadece hırsızlık veya şiddet durumunda hayata geçirildiği ifade edilse de kamp koşullarını protesto etmek için düzenlenen eylemlere katılan mültecilere de uygulanıyor. Eylem düzenleyen veya katılım sağlayanlara yalnızca ceza değil, tehditler de yağdırılıyor. Eylemlere katılımın iltica süreçlerine etkisi olacağını belirten kamp yetkilileri, mülteciler üzerinde bu şekilde baskı kuruyorlar.

İltica süreçlerinde sadece bir dosya sayısından ibaret olduklarını hisseden mültecilerin buraları “hapishane” olarak ifade etmesi her devletin kendi baskı ve yıldırma politikasının olduğunu da açıkça göstermektedir. Mesela Fransa’da daha iltica başvurusunun yapıldığı ilk gün mülteci doldurulan formlar dışında kişiye haklarına dair neredeyse hiçbir şey anlatılmıyor ve barınacak bir yer tesis edilmiyor. Haklarını bilmeyen ve kalacak yeri dahi olmayan mülteci ilk günden itibaren “istenmeyen kişi” olarak hiç bilmediği bir ülkede başının çaresine bakmak zorunda bırakılıyor. Barınacak yeri olmadığı için yardım talebinde bulunduğunda uzun, bazen haftalarca bekleyebiliyor.

Benzer uygulamalar Yunanistan’da da yaşanıyor. Pandeminin hemen öncesinde mültecileri koz olarak kullanarak sınıra yığan Türkiye’nin tavrı karşısında Yunan devleti sınırlarını kapatmış, silah kullanımı dahil her “önlemi” devreye sokarak insan haklarını hiçe saydığını göstermişti. Kolluk güçleri sınırı geçebilen mültecilerin giysilerine varana kadar el koyup geri onları geri iterken sivil faşistlerden oluşan güçler de devreye girerek terör estirmişti.

Pandemi sürecinin başından itibaren alınan önlemlere rağmen geçiş yapabilen mülteciler ise gözaltı merkezi adı verilen alanlarda hiçbir açıklama yapılmadan ve resmi işlem başlatılmadan tutuluyor.

Avrupa’da mültecilere yönelik hiçleştirme politikaları eskisine göre daha yoğun ve açık bir şekilde sürüyor. En temel insan haklarının dahi tanınmadığı koşullar normalleştiriliyor, uluslararası anlaşmalar sümen altı ediliyor ve iltica etmek zorlaştırılıyor. 2015 yılında, toplam 2 yıl içinde 160.000 mültecinin ülkeler arasında “paylaşılacağı” kararını alan Avrupa Birliği, bu kararını uygulamadı. Alınan kararın uygulanmaması ne bir yaptırım ne bir uyarı ne de herhangi başka bir sonuca yol açtı. Aksine bazı ülkeler açıktan daha fazla mülteci almayacaklarını ifade ettiler.

AB devletlerinin mültecilere yaşattığı travmatik süreçlerine dair her dilde sayısız yazı çıktı, programlar yapıldı, sayısız uzman konuştu. Yunanistan’daki Moria Kampı’ndan gelen görüntüleri görmeyen kalmadı.

Avrupa’da sokakta yaşamak zorunda kalan mültecileri görmemek mümkün değil. Ancak çelişki daha fazla görünür hale gelse de, mülteciler halen toplumun en görünmezleri olmaya devam ediyor. Bu can alıcı ve sarsıcı sorunun derinleşeceği de aşikarken, konuyla ilgili kurum ve örgütlerin daha geniş kesimlere ulaşarak, yerel sorunlarla bağını kurarak, daha görünür olmaya odaklanan ve daha fazla yankı getiren çalışmalara yönelmelidir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu